Tüm ışıklar sönmüşken, bir ışık
yanıyordu evlerden birinde. Meryem Aksâ’yı yine uyku tutmamıştı…Kitaplığını
karıştırıyordu. Annesinden ona tek miras olan kitaplığını…
Aslında bu miras, binlerce mirasa
gebeydi Meryem için. Bu kitaplıktaki kitaplarla annesinin omuzladığı davayı
omuzlamıştı. Annesinin altını çizdiği cümlelerle, aldığı notlarla, tuttuğu
defterlerle… Ve belki de sayfalar arasında kurumuş gözyaşlarıyla… Bu kitaplık
buram buram Filistin kokuyordu.
Meryem yine annesinin defterlerinden
birini eline almıştı. Defterin üzerinde büyük harflerle ‘’Filistin’e yola
çık!’’ yazıyordu. Acaba annesi bu deftere neler yazmıştı?
Heyecan ve merakla defterin kapağını
açtı. İlk sayfada üzerinde ‘’Mavi Marmara’’ yazan kocaman bir gemi ve yaklaşık
9-10 sayfada ardı ardına yapıştırılmış fotoğraflar vardı. Altında isimler
yazıyordu:
‘’ Uğur Süleyman Söylemez, Cevdet
Kılıçlar, Necdet Yıldırım, İbrahim Bilgen, Fahri Yaldız, Çetin Topçuoğlu,
Cengiz Songür, Cengiz Akyüz, Ali Haydar Bengi, Furkan Doğan…’’
Meryem iyice meraklanmıştı ki, şu
satırları okurken biraz önce baktığı fotoğraflar film şeridi gibi geçti
gözlerinin önünden:
‘’ 31 Mayıs 2010-Gazze Özgürlük
Filosu
Rota: Gazze-Ruh: Kudüs- Umut:
Özgürlük
Bugün Akdeniz dil- din ve ırkları
ayrı olmalarına rağmen tüm dünya halkının birliğine şahit oldu. Bu gün insanlık
onurumuzu korumak adına, vicdanının sesini hala duyabilen ve adalete olan
inancını koruyan kişiler için Filistin’in haklı davasını savunmak adına yerine
getirilen bir ödeve şahit oldu. Şahitlik ve şehitliğin günüdür bugün. Bir
milattır belki, kim bilir…Bir çığır, bir çağrı, bir çığlık…’’
Sayfaları çeviriyordu
Meryem…Çevirdikçe bir hikayeye daha şahit oluyor ve gözyaşlarını tutamıyordu.
Hıçkırarak devam etti okumaya:
‘’Sana yazacağım yüzlerce cümle var
ama kelimelerim düğümleniyor. Korkuyorum baba…Kardeşlerimin gözlerindeki hüznü,
annemin yüzündeki endişeyi gördükçe korkuyorum. Ama seni sonunda kaybetmek de
olsa git baba. Bir yetimin gülümsemesi için, bir annenin duası için git baba.
Geriye bir tek adın da dönse git…Senin kızın olmak çok ama çok güzel baba…’’
Bir baba, şehadet şerbetini kana
kana içmeden evvel bu satırlarla nemlenmişti gözleri kim bilir. Ah, ne büyük
saadetti.
Meryem’in hüzün gözyaşlarına
mutluluk gözyaşları da eşlik etmiyor değildi.
Ezan sesiyle saatlerdir oturduğu
sandalyeden kalktı.
Namazını kıldı ve ruhunun
derinliklerine kök salan o isimleri dua dua yerleştirdi avuçlarına.
Kendini öyle kaptırmıştı ki Meryem…
O defterin her satırını ezbere bilen babasının, onun okuduğu her cümleyi
gözündeki yaşlarla kapının ardından tekrar edişini de duymamıştı, sabah evden
çıkışını da…
Üzerindeki dinginlikle bir şeyler
atıştırdı ve babasının yanına gitti.
Babası her zamanki gibi namazdan
sonra caminin temizliğini yapmış, çiçekleri suluyordu. Ortancaları beraber suladılar,
kedilere beraber süt verdiler ve sonra yaylanın temiz havasından nasiplenmek
için yürüyüşe çıktılar.
Meryem hiç vakit kaybetmeden yeni
öğrendiklerini de babasıyla paylaştı. Ve şöyle devam etti sözlerine:
‘’Babacığım, genç-yaşlı çoluk-çocuk
demeden herkes o gemi için, yani Filistin için bir şeyler yapmış. Kimisi
diktiği elbiseleri, ördüğü kazakları; kimisi çeyizini, küpesini, bileziğini
hatta yüzüğünü…Kimisi zor günler için biriktirdiği parasını, kimisi de kefen
parasını koymuş ortaya. Ama annemi olduğu gibi beni de en çok Yusuf adındaki
minik bir çocuğun kafesteki kuşunu Filistin’de özgür bırakılmak üzere hediye
edişi etkiledi. Sonra birçok hayal kurdum kendi kendime…Sence hayal etmek bir
başlangıç mıdır baba?’’
Babası olduğu yerde eğildi,
Meryem’in ellerini tuttu ve gözlerine bakarak: ‘’Aslında bütün güzel şeyler bir
hayal ile başlar, hemdert’’ dedi ve gözyaşlarını saklayamadı kızından.
Birbirlerinin gözyaşlarını sildiler
ve ilerideki bankta oturdular.
Meryem daha önce hiç duymadığı bir
kelime duymuştu: hemdert…
Bu yüzden sessizliği ilk bozan o
oldu:
‘’Baba, hemdert ne demek?’’
Belli ki Meryem annesinin tüm
defterlerini henüz okumamıştı. Okusaydı ‘’hemdert’’ kelimesinin ‘’dert ortağı’’
anlamına geldiğini ve annesiyle babasının birbirlerine öyle hitap ettiklerini
bilirdi. Dahası…’’Hayal etmek bir başlangıç mıdır?’’ diye sormazdı babasına.
‘’Kızım’’ dedi babası titreyen
sesiyle…’’Bunları öğrenmene daha vakit var belli ki, ama en azından şu kadarını
bilmeni istiyorum: Hemdert, dert ortağı demek…Biz annenle birbirimize böyle
hitap ederdik. Çünkü onunla derdimiz, davamız birdi. Annenin üç büyük davası
vardı, biri Filistin, diğeri sen ve ben yani yuvamız ve öteki de çocuklar...
Hani sana aslında bütün güzel şeylerin bir hayal ile başlayacağını söylemiştim
ya…İşte annenin Filistin’e gidişi de, çocuklar için gece gündüz çalışması da, benimle
tanışması, seni Kudüs’e adayışı da bu cümle ile oldu. Ve hatta belki, şehit
oluşu da… ‘’
Meryem yutkunamamıştı bir an. Zordu
belki ama annesinin cennette olduğunu bilmek onuru tıpkı Mavi Marmara
şehitlerinin ailelerini ayakta tuttuğu gibi, onu ve babasını da ayakta
tutuyordu.
Çantasından defteri çıkardı.
‘’Baba’’ dedi, ‘’kaldığım yerden beraber devam edelim mi?’’
Onaylarcasına başını salladı babası.
Sırada Mavi Marmara’nın en genç şehidi olan 19 yaşındaki Furkan Doğan’ın
hikayesi vardı. Meryem okumaya devam etti:
‘’Şehadet şerbetine son saatler
inşallah. Var mıdır acaba daha güzel bir şey? Varsa o da sadece annemdir. Ama
ondan ben de emin değilim. Kıyasları çok zor…’’
Meryem’in gözyaşlarına daha fazla
dayanamayan babası cebinden birkaç tane balon çıkardı.
Siyah, Kırmızı, Beyaz ve Yeşil…
Filistin bayrağının renkleriydi bunlar. Hemen şişirdiler. Üzerine ise Mavi
Marmara şehitlerinin isimlerini yazıp bıraktılar balonları… Onlar gökyüzünde
süzülürken Meryem’in aklına şehitlerden birkaçının hayali geldi… Öyle ya Cengiz
Akyüz beraberinde götürdüğü uçurtmalarla, Gazzeli çocuklara uçurtma şenliği
yapmayı düşlüyordu.
Peki ya Fahri Yaldız… O da insani
yardımın yanında, oradaki çocuklara oyun parkı yapmak istiyordu.
Büyük bir kararlılıkla babasının
elini tutan Meryem ‘’Hadi baba’’ dedi, ‘’gidiyoruz…’’
‘’Madem aslında bütün güzel şeyler
hayal etmekle başlar ve madem bizim tek dermanımız derdimiz… O zaman
gidiyoruz.’’
O gün vurulan o geminin yalnızca
madden vurulduğunu, aslında yoluna hala devam ettiğini gösterircesine hiç
düşünmeden gittiler.
Gittiler ve nice çocuğun yüzündeki
tebessüm, nice annenin avucundaki dua oldular.
Meryem Aksâ da artık annesinin kabul
olmuş duasıydı.
Kendini Filistin’e adamış,
güvercinini Filistin semalarında özgür bırakmıştı.
Ve biliyordu ki Meryem, bu davada
haritası vahiy, kılavuzu Nebi, pusulası akıl, sermayesi iman, azığı amel ve
yakıtı sevgi olan herkes kazanacaktı.
Tıpkı annesi gibi…
Tıpkı Mavi Marmara şehitleri gibi…
MELİKE SOSLU
*Bu yazım, Ocak 2021'de Deringi Gençlik Dergisi'nde yayınlanmıştır.