28 Eylül 2020 Pazartesi

MUĞLAK BİR DÜZENDEN MUTLAK BİR MESELEYE

Şairin ‘yolun yarısı eder’ dediği yaşta bile değilim henüz…

Yaşlandıkça ‘yaş’lanır ya insan hani… Bu ‘henüz’e rağmen yaşlandıkça yaşlananlardan, yaslandıkça paslananlardanım yalnızca.

Yirmi küsür yaşına en fazla kaç insan yüzü sığdırabilirse bir insan, o kadar sığdırmışlığım var.

O insan yüzlerinden hayli yorulanlardan ama bu yorgunlukla yoğrulanlardanım.

En yakın arkadaşım uçsuz bucaksız gökyüzü, bana mevsimlerden haber veren dostum odamın penceresinin baktığı ağaçlar, içimdeki sesi istediğim yere ulaştıran yardımcılarım ise dualarıma kanat çırpan kuşlar… Ve üstadın dediği gibi ‘’biricik meselem, Sonsuz'a varmak..’’

Şimdi bu mesele üzerinden bir tefekkür yapmak istiyorum. Çünkü aslında her insanın meselesi bu olmalı; Sonsuz’a varmak.

Fakat bu sonlu dünyayı sonsuz belleyen biz insanlar, meselenin aslını unuttuk. Aslımızı unuttuk.

Yaratıldığımızı, yaratıldığımız şeyi (toprağı) ve belki de yaratıcıyı unuttuk.

Emaneti, emanet edileni (bedenimizi) ve belki de emanet edeni unuttuk.

Unuttuk kâinatı… Kâinatın özü olan âdemi unuttuk…

Her sabah kapısına vurularak ‘’ölüm var ey Ömer, ölüm var’’ diye uyarılması için adam tutan Hz. Ömer’i okumayı unuttuk. Keza her an yarın ölecekmiş gibi yaşayan ashâb, yerini hiç ölmeyecekmişçesine, hesapsızca yaşayan bir insanlığa bıraktı.

Biz Allah’ın ilk emri olan ‘oku’mayı unuttuk.  Belki de yüreğimizin yalnızca bir ayet ve bir de hadise ihtiyacı vardı:

 ‘’Ağızların tadını kaçıran ölümü çokça hatırlayın.’’ (Tirmizi-2307)

‘’Her can ölümü tadacaktır.’’ (Enbiyâ-25)

Bu ayetler diğer ayetlerin anahtarı olacaktı bir bakıma. Yani aslında sadece bu ayetleri bile idrak edebilsek, evrendeki her şey, her hâl diğer ayetleri okuyacaktı bize.

Ölümle hatırlayacaktık incitmemeyi… Zira, Rabbimiz de ölümü andıktan sonra bir hesaplaşmadan bahsediyordu:

(Elbette sen öleceksin, onlar da ölecek. Sonra da kıyamet gününde rabbinizin huzurunda davalaşacaksınız.)

Ölümle hatırlayacaktık ölüm yokmuşçasına kaçtıklarımızın ve kaçışlarımızın faydasız olduğunu. Zira Allah öyle buyuruyordu:

(Onlara şunu söyle: "Ölümden veya öldürülmekten kaçsanız bile bu kaçış size bir fayda vermeyecektir. Kaçıp kurtulmanız halinde de bundan çok az faydalanabileceksiniz.’’)

Ve ölümle hatırlayacaktık hayatın toprağın üstünden çok altındakilerle var olduğunu. Zira öyle yazmıştı aşk risalesinde yedi güzel adamdan biri:

‘’Okuyorum hayatı

Toprağın üstünden çok

Altındakilerle var olduğunu

 

Toprak

Ölüme aç

Ölüme muhtaç

Hayat

 

Ölüm muhakkak

Ve ölüm mutlak

Tek kapısıdır ölümsüzlüğün

 

Ölümle tanıştıktan sonra anladım

Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın.’’                             

Evet ölüm hak ve ölüm mutlak tek kapısı ölümsüzlüğün…

Fakat Hakk’ın da buyurduğu gibi mahlukatın gaflet içinde yüz çevirdiği bir hak:

(İnsanların hesaba çekilecekleri gün iyice yaklaştı; halbuki onlar gaflet içinde haktan yüz çevirmektedirler.)


Melike SOSLU


*Bu yazım, Kasım 2020'de Deringi Gençlik Dergisi'nde yayınlanmıştır.

 

19 Eylül 2020 Cumartesi

BİR KUŞUN KANADINDA...


Yıkıntılar arasından yazıyorum…

Kapkaranlık bir yerdeyim; ne yana dönsem çıkmaz sokak.

Yumruk acısına benzer bir acıyla kıvranıyorum boylu boyuna…

Bir şeyler kemiriyor içimi…

Varmak istediğim yere varamadığımdan olsa gerek; sayıyorum yerimde öylece.

Aylardır aynı duvarlarda yankılanıyor sesim…

Aynı pencereden haykırıyorum gökyüzüne…

Geceleri aynı saatlerde yutkunamıyor, aynı seslerde kayboluyorum.

Aynı kabuslarla uyuyamıyor; aynı rüyalarla daldığım uykudan defalarca uyanıyorum.

Aynı çaresizlikle açıyorum ellerimi her vakit… Aynı şifayı dileniyorum usanmadan…

Kaç kez düşersem düşeyim, düşüşümün şiddeti ne kadar büyük olursa olsun yine de kalkıyor; defalarca kovulsam da hep aynı kapıya koşuyorum.

Öyle bir acı var ki içimde, tarif edemiyorum.

Bir şeyler yapmam gerekiyor ama yapamıyorum.

Uzanamıyorum, yetişemiyorum, gidemiyorum…

Bir ses ‘koş’ dese bana, ‘gel’ dese, kilometrelerce yolu yalınayak koşacak kadar güçlü; ama aynı sesin bir kelimesiyle dahi yere yığılacak kadar da güçsüzüm.

Bir şeyleri biliyor ama bilmiyorum.

Biliyorum, çünkü hissediyorum derinden. Bilmiyorum, çünkü anlayamıyorum, anlattıramıyorum.

‘Nasıl yani?’ dediğinizi duyar gibiyim…

Peki o halde… Siz hiç nedensiz bir şeye şahit oldunuz mu?

Sadece canınız istemediği için bir başka kimliğe büründünüz mü?

Bir zamanlar çok sevdiğiniz bir kuşu nedensizce sevmekten vazgeçtiniz mi?

Ya da o çok sevdiğiniz kuşu aç susuz bir başına bir kafese kapattınız mı?

Neler söylüyorum ben böyle… Evet biliyorum, siz de bu anlamsız sorulara cevap bulamadınız.

Bir insan neden böyle şeyler yapar ki… Hem de hiçbir nedeni, hiçbir açıklaması yokken.

Evet evet ben de sizinle aynı fikirdeyim. Her şeyin muhakkak bir nedeni vardır.

İşte bu yüzden bilmediklerimi, anlayamadıklarımı bir kenara bırakıyor, bildiklerime yani hissettiklerime yöneliyorum.

Çünkü hissettiklerimin arkasında beni mutlu eden cümleler var. Dualar var benim için edilmiş.

Sözler var benim için verilmiş, hayaller var benim için kurulmuş…

Sabahlara kadar hamdedişler var;  teheccütler var, şükür namazları var gözyaşıyla, huzurla eda edilmiş…

Bir yürek var yüreğimde gördüğüm. Bir dağ var tereddüt etmeden yaslandığım, dayandığım…

Ama en çok da gözyaşı var… Çaresizce bakan bakışlar, bir mecburiyetle tersine dönen cümleler, bir gitmek isteyiş ama gidemeyiş var.

Tüm bunların gölgesinde soluklanıyorum işte.

Soluğumun yetmediği yerlerde, yankılanan bir sese koşuyorum:

Hayyalel felâh… Haydi kurtuluşa, haydi iyileşmeye…

Bir dosta gidiyorum koşarak… Hatta tek dosta… Kurtuluşa gidiyorum, iyileşmeye…

Hem de her gün beş kere…

Niyet ediyorum huzuruna çıkmaya önce… İyileşmeye niyet ediyorum.

Sonra kaldırıyorum ellerimi, yüreğimden koparcasına çıkan bir nidayla; ALLAHUEKBER diyorum…

Sen birsin, teksin… Sahibimsin, sahibimizsin. Sana geldim.

Ardından sığınıyorum kovulmuş şeytanın şerrinden yine O’na… Ve O’nun adıyla bir duaya duruyorum en az 40 kez:

‘Hamd, ancak âlemlerin rabbi olan Sana mahsustur.

Rahmân ve rahîm… (Merhamet et, yüreğime bir inşirâh iliştir.)

Ödül ve ceza gününün tek hâkimisin Sen…

(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz.

(Yardım et, hayırlı kapılar aç bize…)

Bizi dosdoğru yola ilet.

Nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların yoluna da,  doğrudan sapmışların yoluna da değil!’

Hülasa, bir kez yıkılıyorsam bir günde; beş kez pansuman oluyorum.

Yüz kez yıkılıyorsam bir haftada; adı Cuma olan bir günde bayram ediyorum.

Milyonlarca kez yıkılıyorsam bir senede; adı Ramazan olan bir ayda inşirâh buluyorum.

Elim uzanamıyorsa sevdiklerime, yardımım dokunamıyorsa… Sevdiklerimin de sahibi olana koşuyorum.

Ve gözlerimi semaya dikip, dinleniyorum. Gökyüzünün mavi derinliklerinde bir kuşa ilişiyor gözüm… Kuşun kanadına birkaç dua iliştiriyor, bir yüreğe konması için uğurluyorum onu…

Ben ise bir ayetin gölgesinde; iliklerime kadar hissettiğim o acıyı gözyaşlarımla bir nefeste uğurluyorum kuşun ardı sıra:

''Doğrusu her güçlüğün yanında bir kolaylık vardır.''


MELİKE SOSLU


MEHMET ÂKİF'E MEKTUP

  Erzurum,20.12.2023   Pek Muhterem Milli Şairimiz, Her ne kadar yıllardır sizin şiirlerinizle hemhâl olup, âdeta sizinle konuşuyormuş...