Çivisi çıktı dünyanın. Bu ahir zamanda yüreğini, vicdanını ve insanlığını koruyabilmiş olanlar can çekişiyor. Sağır kulaklara, kör olmuş gözlere ve kararmış kalplere hayret ederek, can çekişiyor.
Kimse güvenemiyor kimseye. Peygamberimizin, dilinden ve elinden
Müslümanların güvende olduğu kişiler olarak tanımladığı din kardeşlerimizin
sayısı yok denecek kadar azaldı.
Bir fırtına ki, alıp götürüyor insanlığımızla beraber bütün
değerlerimizi.
Bu fırtınaya kapılmamak için direnenler avazı çıktığı kadar
bağırsa da, duyulmuyor sesleri.
Bağırıyorum, duyulmuyor sesim. Ağaca anlatıyorum,
yapraklarını döküyor. Kaldırıp başımı semaya anlatıyorum, gürlüyor gök. Taşlar,
sular ve toprak anlıyor; insan anlamıyor.
Çünkü değişmiş değerler. Bayağılaşmış, basitleşmiş, normalleşmiş.
‘Sen de alışacaksın’ diyorlar bana, beni biraz olsun anladığını düşündüklerim
bile. ‘Sen de alışacaksın bu kötülüklerin normalleştiğine…’
‘Tamam’ diyorum, susuyorum çaresiz…Ama sonra yine düşünceler
içinde kayboluyorum. Kabullenemiyorum. İşittiğim, gördüğüm ve bizzat tanık
olduğum bazı olayları kabullenemiyorum.
Ben işitip namaza koştuğum ezanı hangi müezzin, hangi
pislikleri yaptıktan sonra, nasıl okuyor diye düşünmek istemiyorum. Ben
arkasında namaz kıldığım imam, acaba kaç can yakmış, nerelere ateş olmuş, kime
zulmetmiş de gelip utanmadan Allah’ın huzuruna, cemaatin önüne geçmiş de bu
peygamber mesleğini böylesine iğrenç bir vaziyette icra ediyor diye düşünmek
istemiyorum. Ben profiline ‘’ne kimse senden incinsin, ne sen kimseden incin’’
yazıp, kendini tasavvuf ehli sanan, zikir ehli sanan annem yaşındaki
hemcinslerimin şeytani fikirlerine ve ağızlarına aldıkları sözlere rağmen bu
gösteriş budalalığı ile insanların gözlerini boyamalarını kabullenemiyorum.
Kabullenemiyorum bir Din Kültürü öğretmeninin kardeşini
acımasızca kuyuya atışını. Kuyuya atıp da nefsinin bilmem kaçıncı oyununu
kardeşinin hanımı üzerinden oynayışını. En çok da kardeşinin bu kuyuya düşmeye
razı oluşunu kabullenemiyorum.
Kabullenemiyorum Allah’ın adı ile edilmiş yeminlerin arkasından çıkan
yalanları. Kabullenemiyorum üstü başı kir pas içinde olan bu insanların
tertemiz, masum insanlara attıkları çamurları. Kabullenemiyorum bir arkadaşın
bir arkadaşın kuyusunu kazıp, Allah’ın adaletini unutarak hayasızca yol alma
heyecanını.
Kabullenemiyorum ben, kabullenemiyorum.
Firavunlar kol geziyor, Nemrutlar tur atıyor içimizde… Bir
hayasızlık, arsızlık ki; almış başını gidiyor.
Ne yapmalı diye serzenişte bulunuyorum her dem. Gözyaşlarım
rahmet olup arındırır mı kalbimi bu insanlardan bulaşan kirlerden..? Nasıl
kıyama kalkar dermanı kalmamış ayaklarım, bunca depremin, sarsıntının altında
kalmış inançların ardından…? Şehrime çöken bu kara ve kirli toz bulutları
altında nasıl nefes alır benliğim…?
Bîçâreyim, dermansızım, öfkeliyim. Yok sığınacak kimsem
Rabbimden başka. Amma bu ne güzel varlık bir bilinse… Bir bilinse, bir
hatırlansa, bir idrak edilebilse şu sonlu hayatın ardında, şahidi ve hâkimi
Allah olan bir de sonsuz hayatın bizi beklediği… O vakit ‘umar mıydın’ diye
için için kalbime sorular soran aklım gibi gülümserdi akıllar acılar içinde
kalsa ve çıldıracak gibi olsa da.
O halde işit, bu satırları sadrına işlemek isteyen… İşit, aynı dertlerle yanan bîçâre dindâş…
Ve işit ey gâfil, işit. İşitelim bakalım ne diyor asırlar
evvelinden dahi aynı derde düçar olmuş istiklal şairimiz:
‘’İşit: on dört asırlık bir cihânın inhidâmından,
Kopan ra'din, ufuklar inliyor, hâlâ devâmından!
Civârın, manzarın, cevvin, muhîtin, her yerin mâtem;
Kulak ver: Çarpıyor bir mâtemin kalbinde bin âlem!
Ne hüsrandır ki: doldursun bugün tevhîdin enkâzı,
O, hâkinden nebîler fışkıran, iklîm-i feyyâzı!
Gezerken tavr-ı istîla alıp meydanda bin münker,
Şu milyonlarca îman "nehye kalkışsam" demez,
ürker!
Ömürlerdir bir alçak zulme miskin inkıyâdından,
Silinmiş emr-i bil'ma'rûfun artık ismi yâdından.
Hayâ sıyrılmış, inmiş: Öyle yüzsüzlük ki her yerde..
Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde!
Vefâ yok, ahde hürmet hiç, emânet lâfz-ı bî-medlûl;
Yalan râic, hıyânet mültezem her yerde, hak meçhûl.
Yürekler merhametsiz, duygular süflî, emeller hâr;
Nazarlardan taşan manâ ibâdullâhı istihkâr.
Beyinler ürperir, yâ Rab, ne korkunç inkılâb olmuş:
Ne din kalmış, ne îman, din harâp, îman türâb olmuş!
Mefâhir kaynasın gitsin de, vicdanlar kesilsin lâl..
Bu izmihlâl-i ahlâki yürürken, durmaz istiklâl!
Sen ey bîçâre dindaş, sanki, bizden hayr ümîd ettin;
Nihâyet, ye'se düştün, ağladın, ağlattın, inlettin.
Samîmî yaşlarından coştu rûhum, hercümerc oldu;
Fakat, mâtem halâs etmez cehennemler saran yurdu.
Cemâat intibâh ister, uyanmaz gizli yaşlarla!
Çalışmak!.. Başka yol yok, hem nasıl? Canlarla, başlarla.
Alınlar terlesin, derhal iner mev'ûd olan rahmet,
Nasıl hâsir kalır "tevfıki hakkettim" diyen
millet?
İlâhî! Bir müeyyed, bir kerim el yok mu, tutsun da,
Çıkarsın Şark'ı zulmetten, götürsün fecr-i maksûda?’’
İşittinse kalk kardeşim, kalkalım. Bir el olalım da tutup
çıkaralım insanlığı, dinimizi, minarelerimizi, şehirlerimizi zulmetten. Allah
için kalkın, kalkalım.
Şahit olduğumuz iğrenç olaylar, her gün duyduğumuz iğrenç haberler içinde kaybolmayalım. Öyle
bir kalkalım ki, bizi yolumuzdan edemeyen münafıklar Allah’ın adaleti ile
‘yolum’ dedikleri yolda sürünürken; biz her yere ‘hak yol İslam!’ yazmış
olmanın verdiği gururla ve galibiyetle varalım huzur-u rahmana. İslam nedir, Müslüman nasıl olur gösterelim Müslüman maskesi takmışlara...
Kalkın, fetih bekleyen bir Kudüs için evvela arınmalı
kirlerden. Canla, başla, Allah’a teslimiyetle kalkalım. Civârımızı, manzaramızı,
muhitimizi görelim; artık ezilsin başları bu münafıkların.
İndirelim taptıkları makamlardan onları. Bir avuç da olsak,
kalkalım. Allah için kalkın, kalkalım.
MELİKE SOSLU