20 Mart 2020 Cuma

BİR BURUKLUK, BİR HÜZÜN...




Bu gece sabaha kadar uyuyamadım. Aldığı nefes saplanır mı insanın ciğerine, inanın saplandı. 
Selâsız bir Cumaya uyanacağımız gerçeği en derininden sarsıyordu kalbimi.Ne uyumak istiyordum, ne uyanmak...
Bu bir tedbirdi belki, evet...Yapılması zorunlu olan bir şeydi...Ama şüphesiz yaşadıklarımız bizim yüzümüzdendi.
Rehberimiz, yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'de geçen âyetlerde de işaret edildiği üzere yüce Allah insanlara hem peygamberler göndererek hem de onları akıl ve basiret gibi yüksek melekelerle donatarak doğru yolu bulmaları için gerekli olan imkânları bahşetmiştir. Buna rağmen yanlış yolda ısrar edenler, artık kendilerine –başkası değil– yine kendileri kötülük etmiş olurlar. 
("Gerçek şu ki Allah insanlara zerrece kötülük etmez, fakat insanlar kendilerine kötülük ediyorlar." (Yûnus-44)) 
Şûra Sûresi 30. ayette ise insanın başına gelen her musibetin kendi yapıp ettikleri yüzünden olduğu belirtilirken, gerek evrendeki fiziksel ve sosyal yasaları görmezden gelmesi ve gerekli önlemleri almaması, gerekse Allah’a isyan teşkil eden davranışlarda bulunması sebebiyle dünyada karşılaştığı sıkıntı, acı ve felâketlerin kendi kusurunun bir sonucu olduğuna dikkat etmesi istenmektedir. Fakat başka âyetlerde hatırlatıldığı üzere bütün insanlar kusurlarının tamamından dolayı dünyada bire bir cezalandırılmış olsa dünya altüst olurdu; işte âyetin devamında yüce Allah’ın bunların birçoğunu affettiği, başka bazı âyetlerde de nihaî hüküm ve cezanın âhirete ertelendiği ifade edilmiştir. ("Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.") 
Evet, çağın karanlığı iyice hapsediyordu bizi içerisine. Kayboldukça kayboluyorduk. Her Cuma hasretle beklediğim o sesi ilk kez işitmeyecektim.Bir kabusun içinde olmalıydım.
Bir yanda duyduğum vefat haberleri... Artan vaka sayıları... Bozulan düzenler... Öte yanda bu salgın olmadan evvel başımıza gelen felaketler... Şöyle dönüp bir bakınca yaşananlara, aşikâr olan tek bir şey vardı ki, biz İslâmın bize verdiği en önemli ödevi unutmuştuk. Kur'an'da yüzlerce yerde geçen o ödevi... Düşünme ödevini...
Bir düşünelim... 
Rabbimizin bize lutfettiği nimetlere bir bakalım. Ellerimiz iki yana düşüyor öyle değil mi? Mahcubuz,aciziz,fakiriz. Bir de bizim şükrümüze bakalım... Ne kadar şükrediyoruz, neler yapıyoruz? 
O muaazzam yaratılışımızdan, yediğimiz içtiğimiz her türlü şeye kadar hepsi kocaman birer nimet. 
Hangi birini saymalı? 
Akıl fikir ermez ki sırr-ı subhana... 
Bizler bunca nimetin içinde kendi benliğimizden sıyrılırken yavaş yavaş... Görmezden geldiğimiz şeylere de bir bakalım. 
Kıyıya vuran çocuk cesetlerinin sızlayışına, çöpten ekmek toplayan annenin yürek acısına, evine ekmek götüremeyip intihar eden babanın kahır gözyaşlarına, evinden, yurdundan sürülen, ailesinden koparılan yüzbinlerin iniltisine bir kulak verelim. Afrika'da, Yemen'de açlıktan ölen insanlara rağmen , yaptığımız israflara bir göz gezdirelim. 
Müslüman olan iki tarafın tekbir getirerek birbirini katletmesindeki sebep nedir, çok su içiyor diye binlerce deveyi katledenleri medenileştiren nedir, idrak edelim. 
Ve bizi korkutan nedir, en son bu sorunun gölgesinde soluklanalım.
Korktuğumuz şey nedir, neden korkuyoruz? 
Ölümünün nasıl olacağından, son nefesinde iman taşıyıp taşımayacağından, amel defterinden korkan bir neslin torunları ne vakit yerini sadece 'ölmekten' korkanlara, dünyaya böylesine meyledenlere bıraktı?
Bizler zaten çoktandır ölüm uykularındayız. 
İstiklal şairimizin de "UYAN" diyerek bizleri uyandırmaya çalıştığı ölüm uykusunda... 
"Dehşet-i mâziyi getir yâdına..." diyor ve adeta bugünün ahvalinden haber veriyor bize:
'Karşı durulmaz, cereyan sîne-çâk...
Varsa duranlar olur elbet helâk.
Dalgaların anlamadan seyrini,
Göz göre girdâba nedir inhimâk?'
Dalgaların anlamadık seyrini..Varsa duranlar, olur elbet helâk... 
Uyanmak vakti gelmedi mi artık? 
Kıyama kalkmak, secdeye kapanmak, dua dua yalvarmak, şükretmek, ibret almak vakti gelmedi mi? 
Geldi de geçiyor bile...
Kendi elimizle yapıp ettikilerimizi yalnız kendimiz düzeltebiliriz. Tüm yaşananlar birer uyarıdır bize. 
Bizler aynı secdede; sıklaştırdığımız saflarda;yüzlerin, binlerin, milyonların kıyama kalkışında, secdeye varışındaki o eşsiz tınıda;kapılar açan bir duânın, bir sûrenin, Kur'an'ın kalbinin okunması ardından yükselen 'amin' nidalarıyla güçlüyüz. 
Gelin tüm bu nimetlerin farkına varalım. 
Bu hastalık gelmeden evvel bir aşı vardıysa bizi koruyacak olan, o da düşünmekti. 
Yine şimdi bu hastalık zuhur etmişken, bizi iyileştirecek tek ilaç var;düşünmek... 
Rabbimizin yüzlerce kez tekrarladığı, bizi sürekli yönlendirdiği bu görevi hakkıyla yerine getirmeli... Almamız gereken dersleri almalı ve tüm bunları O'nun izniyle atlattıktan sonra namazımız başta olmak üzere bütün nimetlere sıkıca sarılmalı... 

MELİKE SOSLU 

MEHMET ÂKİF'E MEKTUP

  Erzurum,20.12.2023   Pek Muhterem Milli Şairimiz, Her ne kadar yıllardır sizin şiirlerinizle hemhâl olup, âdeta sizinle konuşuyormuş...