24 Nisan 2021 Cumartesi

BU BİZİM İMTİHANIMIZ !


''Baksana kim boynu bükük ağlayan?
Hakk-ı hayâtın senin ey müslüman!
Kurtar o bîçâreyi Allâh için,
Artık ölüm uykularından uyan!

Bunca zamandır uyudun, kanmadın;
Çekmediğin kalmadı, uslanmadın.
Çiğnediler yurdunu baştan başa,
Sen yine bir kerre kımıldanmadın!

Ninni değil dinlediğin velvele...
Kükreyerek akmada müstakbele,
Bir ebedî sel ki zamandır adı;
Haydi katıl sen de o coşkun sele.

Karşı durulmaz, cereyan sîne-çâk...
Varsa duranlar olur elbet helâk.
Dalgaların anlamadan seyrini,
Göz göre girdâba nedir inhimâk?''

Mehmet Akif Ersoy'un bu mısralarını haykırmak istiyorum bütün insanlığa. İçimde sesler susmuyor. Çocuk feryatları duyuyorum her köşeden. Oturduğum iftar sofrasından utanıyorum. Sahurda sabah acıkmamak için yediğim her lokmadan, başımı koyduğum yastıktan utanıyorum. Derdimden, gözyaşı döktüğüm meselelerden utanıyorum. Utanıyorum sessiz kalan insanlıktan. Utanıyorum Şeyh Ahmed Yasin'in ''Allah'ım!Ümmetin suskunluğunu sana şikayet ediyorum'' diye başlayan duasından. Utanıyorum sapan taşıyla mücadele veren küçük çocuktan. Utanıyorum...

Bir Ramazan ki, Gazze ve Kudüs kıyamda, ama İslam alemi uykuda...

Bir yerde Müslümanlar ''birruh biddem nefdike ya Aksa-Ruhum kanım canım sana feda ey Aksa'' diye haykırıp canları, malları pahasına Mescid-i Aksa'yı, kutsalımızı savunuyor...Öte yanda aynı Müslümanlar şairin de dediği gibi ölüm uykularında.

Ama öyle ya ''önce yüreğimizdeki Kudüs'ü işgal ettiler. Biz savaşı önce kendimizde kaybettik!''  

Biz, Allah'a ve resulüne imandan sonra gelen, dininin direği namaz olan Müslüman kardeşimize 'namaz kılıyor musun?' diye sormaya başladık. Namazın müminin miracı olduğunu unuttuk.

Şükretmeyi, yardımlaşmayı, kardeşliği ve belki de bir kalbimiz olduğunu unuttuk.

Unuttuk Rabbimizin ilk emri olan ''oku''mayı. Unuttuk bu ümmet için, bugünlere gelebilmemiz için verilen mücadeleleri...

Biz sadece Kudüs gündem olunca ''yıkılasın İsrail'' sloganlarıyla vicdanımızın sesini susturmaya çalıştık.

Bazılarımız bunu söylerken neden söylediğini bile bilmedi. Bir sürü psikolojisine kurban gitti.

Bir saat içinde Kudüs gündem olmaktan da çıkınca, bu kez yine aynı psikolojiyle alnı secdeye varan insanlar ''Biz Filistinlilere yardım etmeyeceğiz, zaten topraklarını sattılar, vatanlarını savunmadılar.Yaşadıklarını hakettiler.'' demeye başladılar.

Halbuki İsrail'in yıllardır hedefine ulaşmak için yaptığı şeylerden biri de ortadaki mücadeleyi toprak kavgası olarak göstermeye çalışmaktı. Çünkü İsrail, bir buçuk milyarlık Müslüman'ı karşısına alarak ilerleme katedemeyeceğini bilmekle beraber onları parçalamanın iyi bir yöntem olduğunun da farkındaydı.

İşte bizler de burada yine bir şeyi unutuyorduk. Eğer Müslüman ''Filistinliler topraklarını sattı'' derse, ''İşgalci İsrail'' diyemez! O zaman İsrail işgalci olmaz, parayla satın alıp oraya yerleşen bir ülke olmuş olur.

Bir şey daha var... Yeryüzünde en fazla mültecinin Filistinliler olduğunu biliyor muyuz? Eğer Filistinliler topraklarını sattıysa neden binlerce Filistinli bu konuma düştü?

Biz sanıyor muyuz ki Yahudiler yıllarca ''Filistinliler topraklarını sattı'' cümlesini bizim akıllarımıza sokmaya çalışırken kendileri de rahatsız olmadı?

Onlar da bundan rahatsızdır aslında. Çünkü bu söz ''Bu vatan Filistinlilerin ve bu topraklar Filistinlilere ait'' demekti.

Evet o topraklar Filistinlilerin. O topraklar bizim...

O topraklarda peygamberlerin, sahabenin ayak izleri var.

O topraklarda kutsalımız var.

Selahaddin Eyyubi'nin ''Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim ki?'' diye haykırışı var.

O yüzden bu mesele sadece Filistinlilerin meselesi değil, bütün ümmetin meselesidir. Hem de en esaslı meselesi, kırmızı çizgisi...

O yüzden artık uyanmalı uykudan. Ninni değil bu dinlediğimiz velvele...

Filistinliler Allah yolunda canla malla mücadele ederek cihat vazifelerini yerine getiriyor.

Bu, defalarca başına yıkılan evini yeniden inşa etmek için her defasında içini umutla dolduran, ayakta kalmaya çalışan, hakiki bir namaz bilinciyle kıyamda durabilen Filistinli bir babanın imtihanı değil; çocuğunu bunlardan haberdar etmeyen babanın imtihanıdır.

Bu, verdiği bütün mücadeleye rağmen çocuğunun cansız bedenini kucağına alıp ''Allahuekber'' diye gözyaşlarıyla teslim olan annenin değil; Hanne'nin bu uğurda Meryem'ini adayışından bîhaber olan annenin imtihanıdır. Evladına Meryem ismini koymayan, Meryem gibi bir evlat yetiştiremeyen anneden bahsetmiyorum. Çünkü her anne ister Meryem gibi bir evlat... Ama her anne düşünemez Hanne olmayı.

Bu, okuluyla, eviyle, sevdikleriyle her daim mücadele halinde olmasına rağmen üç dil öğrenip, Tıp fakültesi okurken bir gece ansızın bıçaklanarak öldürülen gencin imtihanı değil; Mescid-i Aksa'yı bir mescid zanneden, okumayan, araştırmayan,bilmeyen biz gençlerin imtihanıdır.

Bu, kutsalına o kadar yakınken dahi orada gidip koşturamamanın verdiği buruklukla bulduğu en yüksek tepeden Aksasını seyrederek hasret gidermeye çalışan, sapanındaki küçücük taşla yüreğindeki kocaman sevdayı haykıran el-Halil'deki çocuğun imtihanı değil; bir oda dolusu oyuncağa burun kıvıran ve hatta elindeki tablete esir olan çocuğun imtihanıdır.

Vallahi bunların hesabını vereceğiz.

Eğer Allah'ın Rahîm isminin bir tecellisi olarak Müslüman'a karşı merhamet ve dostluk; Allah ve Resul düşmanına karşı tavizsiz bir duruş ve öfke tezahür etmiyorsa bizde, o zaman ilk işimiz kendimizi sorgulamaya başlamak olmalıdır.

Sonra zihinsel bir gidiş, sağlam bir namaz bilinci, dua ve en son Rabbim'in izniyle vuslat...

Zihinsel bir gidiş dedim. Ben size İngilizler Filistin topraklarını işgal etmeden önce 17.000 kitap yazdılar diyeyim. Siz bu gidişin içini doldurun.

Yola varamasak da yolda olmak bizim en büyük vazifemizdir. Zira biz zaferden değil, seferden sorumluyuz.

Yolda olanlara, Selahaddin'i beklemeyip Selahaddin olmak için mücadele edenlere selam olsun...


MELİKE SOSLU

3 Nisan 2021 Cumartesi

BİR YUTKUNAMAYIŞ


 “Kırk cümle kuruyorsun, ağzını açmadan vazgeçiyorsun. İncinme değil bu, insana olan inancını yitirme. Yaranı evde bırakıp çıkıyorsun sokağa. Öyle bir uzaklık ki, şikayetin sularını çoktan geçtin. Hiçbir şeye öfke duymuyorsun. İnsan boylu boyunca bir hastalık. İnsan korku. İnsan yıkım. İhtiraslarının külü insan. İnanmıyorsun artık. Anlamamak değil, inanmıyorsun! Can sıkıntısı değil, inanmıyorsun! Yaşamak korkusu değil, inanmıyorsun!”

Belki de inanamıyorsun. Çünkü Rabbinin ayetleridir güvendiğin…Yeminlerdir Rabbin adına edilmiş, gözyaşlarıdır sevgiyle dökülmüş… Ama diyor ya şair ‘’insan boylu boyuna bir hastalık, insan korku, insan yıkım…’’

Dayamamalı insan insana sırtını. Hele merhametini, iyi niyetini asla göstermemeli. Çünkü vurur insan insanı. Dünyanın en merhametli kalbini taşıdığına inandığınız, ayetlerle örülü bir yürek dahi vurabilir acımasızca bir başka yüreği.

Âh, bu nasıl bir dünya… İnsan insana yük. İnsan insana acı. İnsan insana en büyük hayal kırıklığı.

İnsan insana kapanmayacak bir yara.

Peki ama neden?

‘’Neden’’mi… Neden sorma hakkımız yok ki bizim. Neden yok, inanmalısın artık.

Senin hakkaniyet bildiklerine tıkalı kulaklar… Onların hakkaniyetiyse bu dünya için kanunlaşmış şeyler. Ne kadar duymak istemesen de aç artık kulaklarını ‘’dünyanın kanunu bu’’ymuş.

Yok hayır, kulaklarım duysa, aklım idrak etse…Kalbim inanmıyor. Her vakit okunan ezanlar yüreğime saplanıyor. Kur’an’ın kapağını açarken yutkunamıyorum. Kulağımdan gitmeyen sesler var, susturamıyorum. Öyle alışmış ki içim bir duaya sığınmaya, hâlâ bir insan bir yerlerde düşüp kalacakmış gibi hissediyorum. Ama ardından Allah’a sığınıyorum.

Ve bir dost elini koyuyor omzuma… Âdiyât suresi 6.ayeti iliştiriveriyor yüreğime: ‘’ İnsan, rabbine karşı pek nankördür.’’

Sahi, Rabbine karşı nankör olan insan, insana karşı mı nankör olmayacak?

Bir dilenci geliyor gözümün önüne…Gözlerim ondan çok yalvarıyor ona. Bir dua…Sadece bir dua…

İnsanlar çalıyor kapımı, aminler getiriyorlar hâlâ…

Ama hasta öldü.

Hasta mı öldü bilmiyorum, ama öldü.

Hayaller öldü onunla birlikte. Ümitler öldü. Emekler öldü. Kocaman bir sabır selamete varamadan öldü.

Şimdi kaskatı kesilmiş bir beden… Bir sağa bir sola dönüyor. Yüzü avuçlarının arasında, neye ağladığını bile bilmeden ağlıyor.

İnsanın koşup da varabildiği tek yer Rabbidir, bunu bir kez daha iliklerine kadar hissediyor. Koşup varıyor Rabbine.

Kulu yaralı bir şekilde açıyor ellerini, ne söyleyeceğini bile bilmeden… ‘’Ya Rabbi!’’ diyor, yutkunamıyor. Anlatmaktan yorulmuş, anlaşılamamaktan yorulmuş. Susuyor kul Rabbinin karşısında. Hüngür hüngür ağlayarak ıslatıyor seccadeyi. Ama biliyor anlatmasına gerek olmadığını, biliyor anlaşıldığını…

‘’Göğsünün daraldığını biliyoruz’’ diyor Rabbi… ‘’Rabbin için sabret.’’

Sabret, ama bu kez yara almaya değil, yaranı kanatanların hesabının görüleceği gün için sabret.

Bu kez insanlara değil, insanlığın gerçekten öldüğüne sabret.

Kes bu dünyadan ümidini. Öyle ya, mutlu olsan da her şeyin sonu olduğu gibi onun da sonu olacağını bil… Bu dünya, imtihan dünyası.

Ve vakit artık Rabbine adanma vaktidir.

İlkti, son oldu bak. Rabbin kabul etti duanı. Rabbin, sadece kendisini çok sevmeni istedi senden.

Senin Rabbin yüreğini biliyor, yaptıklarını da.

O’na dayan!

O günü bekle!

İmân et!



MELİKE SOSLU

 

 

 

 

 

MEHMET ÂKİF'E MEKTUP

  Erzurum,20.12.2023   Pek Muhterem Milli Şairimiz, Her ne kadar yıllardır sizin şiirlerinizle hemhâl olup, âdeta sizinle konuşuyormuş...