24 Aralık 2019 Salı

SEVGİLİ...

Sevgili, ey sevgili, en sevgili...
Daha yazmaya başlamadan hasretin doluverdi yüreğime. Hangi kelime, hangi söz, hangi cümle anlatabilirdi ki sana olan sevgimi ve hasretimi...
Öyle bir çağdan yazıyorum ki sana Efendim. Seni görmeden sana iman eden bir ümmetin arasından kopup geliyor cümlelerim.

Amma ne yazık ki bir Fatıma değilim.Bir Zeynep, bir Hafsa, bir Hatice değilim.
Evet, ruhum bu çağa ait değil belki.. Belki senin düşlediğin gençliği göremeyişlerime karşı kızaran bir yüzüm var. Fakat elimden duadan başka bir şey gelmiyor.
Yüreğimi, dualarımı alıp yanına, Kabe'ye gelemedim belki. Ama Kudüs'e gittim Efendim. Senin miraca yükseldiğin o kutlu beldeye..
Giderken de kızardı yüzüm, dönünce de.Bizi bekleyen insanlar vardı oralarda.
Ve ben şimdi Şeyh Ahmet Yasin'in "Ümmetin suskunluğunu sana şikayet ediyorum." dediği yerdeyim.
Ümmetin susuyor Efendim, ümmet susuyor.
"Ebu Bekir yok diye 'sadakat', Ömer yok diye 'adalet', Osman yok diye 'edep', Ali yok diye 'ilim', Selahaddin yok diye 'Kudüs' yetim kalamaz. " demek istiyorum tüm insanlığa.
Fakat insanlık öyle bir halde ki;öyle bir çukura düşmüş, öyle ağır bir çöküntünün altında kalmış ki, silkinemiyor.
Evet Efendim evet, insanlığın ruhu daha namazla yükselmeyi bile öğrenemedi ki.
Sahi namazı olmayanın neyi vardır ki şu dünyada?
Senin "Ben ümmetimi abdest azalarından tanırım." dediğin ümmet artık yok Efendim. Son nefesinde dahi namazını aksatmayan o güzel insanlık öldü. Senin can verdiğin dava yolunda can vermeye hazır insanlar yok. Eskisi gibi tek gayesi "İslam'ı savunmak" olan o dava adamları yok. Ama putlarımız desen çok;televizyon, telefon, internet...
En kıymetli hazine olan zamanımızı alıyorlar bizden.
Edepten göz göze gelmeyen insanlar vardı eskiden, şimdi ise herkes nefsinin kölesi.
"Allah'ı anmadan dağılan meclisler şeytana yoldaş kabul edilirmiş."
Eskiden Allah dostları bir araya geldiklerinde bu manevi havaya bürünürlermiş.
Şimdi fitne, dedikodu, yalan, boş söz aldı başını gidiyor. Bir ayet, bir hadisin hatırlanıp zamanın diriltilmeye çalışıldığı bir çağ değil yaşadığım.
Zaman ölüyor Efendim. Biz ölüyoruz, insanlık ölüyor.
Öyle muhtacız ki senin olduğun o vakitlere.
Öyle muhtacız ki sana.
Görünen her şey bir "âh" sesi koparıyor içimde.
"Âh"diyorum, sen olsaydın...
Hem yetimler yetim kalmazdı sen olsaydın, öksüzler öksüz kalmazdı.
Ey Sevgili... Rüyada da olsa, geleceğin güne hasret seni bekliyorum.
Kuyuda Yusuf, sabrın zirvesinde bir Eyüp değilim belki ama, bu çağa rağmen direneceğim.
Öyle ya, sen gençlere "Sizi kim nasıl görürse görsün siz Allah'ın arslanlarısınız." derdin.
Sen Hz.Ali'ye "Allah'ın Arslanı" dediğin vakit o daha 16 yaşındaydı.
Sa'd b. Ebi Vakkas 17 yaşından gün almışken senin yanında dimdik bir mücahit olarak duruyordu. Bütün ashab sana "Anam babam feda olsun."derken, sen Sad'daki yüreği görüp ona" Anam babam sana feda olsun Sa'd. "dememiş miydin?
Ben bugün Sa'd olmaya geldim Efendim.
Çekip bu çağdan elimi ayağımı, yüreğimdeki heybemle odamı sığınabileceğim bir Hira belleyip sana yazmaya geldim.
" Anam babam sana feda olsun. "deyip, o gül kokunu ciğerlerimde hissetmeye geldim.
Alır mısın sen de beni yanına?
Kabul eder misin sahi, basar mısın bağrına?


MELİKE SOSLU

18 Aralık 2019 Çarşamba

HİRASI KUR'AN OLANLAR

''Herkesin bir Hirası olmalı bu zamanda...'
Kırıklarını onaracağı, tereddüde düşünce yol göstereceği ve darda kalınca sığınacağı...
Hira; arayış, aramak...
İnsanın kendini arayacağı bir Hira...
Bazen yalnız, bazen dostlarıyla ama çoğu kez nefsiyle inzivâya çekileceği ebedî hâne.
Yüreği gama, kedere boğulunca bir ses, bir şiir işitmek istercesine koşacağı, koşarken gözyaşlarını tutamayacağı ve varınca huzura erişebileceği.
Peki ama bu Hira'yı nerede aramalı ?
Hangi Hira'da benliğinden geçmeli âminen ? 
Ben bir âyetin gölgesinde dinlenirken bahuzûr ; siz de dertlerinizi, kederlerinizi alıp gelin o halde.
Enbiyâ sûresinden bir âyet konduruvereyim yüreciğinize. Açın ellerinizi, yalvarın: 'Ya Rabbi, bu dert bana iyice dokundu, Sen merhamet edenlerin en merhametli olanısın.' diye.
Siz, ''yalnızım'' deyin, ben Tevbe sûresine götüreyim sizi: 'De ki: Bana Allah yeter. O'ndan başka ilah yoktur. Ben , ancak O'na tevekkül ettim. O, yüce arşın sahibidir.'
Siz, ''üzerimde çok fazla sorumluluk var, dayanamıyorum'' deyin, ben sizi Bakara  sûresine götüreyim ve ''Allah hiç kimseye gücünden fazla sorumluluk yüklemez.'' ayetini bırakayım avuçlarınıza. 
Çok istediğiniz bir şeyi elde edememiş olmanın hüznüyle gelin yanıma, yine Bakara suresinin derinliklerinden bir ayet iliştirivereyim kalbinize:
'Umulur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırdır. Ve yine umulur ki, sevdiğiniz bir şey de sizin için şerdir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.'
Gelin âyetler haritamız, rehberimiz olsun.
Yakıtımız sevgi, azığımız amel, sermayemiz iman ve Hira'mız Kur'ân olsun.
Haydi, yüklenin heybelerinizi, bir âyetle çıkıyoruz yola:
'Kararını verdiğin zaman artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.'

 

MELİKE SOSLU 

13 Aralık 2019 Cuma

ANSIZIN


Bir şeyler yazmak istiyorum. 
Bastığımda yere değmeyen ayaklarıma, yazarken titreyen ellerime, gözümün önünden gitmeyen görüntülere rağmen yazmak...
Hatta belki haykırmak istiyorum bütün insanlığa. 
Dünya adına bir şeyler söylemek istiyorum. 
Unuttuğumuz şeyleri hatırlamak, hatırlatmak istiyorum. 
Karlı bir yoldan yazıyorum ben size. 
Hava alabildiğince soğuk, üşüyorum... 
Yanımda çok kıymet verdiğim iki dostum var. 
Bir filmden çıkıp, ötekine gireceğimizden habersiz, yürüyoruz. 
Konumuz, eskiler... Ve dostumun dedesinden kendisine kalan el yazması Kur'ân-ı Kerîm.
Bir şeyler konuşuyoruz. İçimdeki sesleri bastırmaya çalışıyorum. 
Hava soğuk, muhabbetimiz sımsıcak.
Karşıya geçiyoruz. 
Sesler, şehrin gürültüsü, arabalar...
Araba; hayatım, hayatımız... 
Film şeridi gibi geçiyor gözlerimin önünden hayat. 
Tüm sesler susuyor bir an.
Bir hıçkırık sesi duyuyorum. 
Yaşıyor muyum dersiniz?
Yaşıyor muyuz? 
Bir çığlık atıyorum, bütün dünya duysun diye sanki.
Ve sonra... 
Hastane, koridorlar, hastalar, iniltiler, doktorun sesi...
Yığın yığın insan, sesler, çaresizlik ve bir dost...
Zaman; akşam.
Bir anne ve bir baba, gözyaşı...Uzaklardan geliyor sesleri. 
Ben kaçmak istiyorum, yaklaştıkça yaklaşıyor sesler. 
Peki içimde ısrarla susmak bilmeyen Şeyh Galip beytine ne demeli:

"Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen" 

Neden bu satırlardı içimi kemiren, bilmiyorum.
Belki de kaybetmekten korktuğum insanların kulağına fısıldamak istiyorumdur bu beytin her kelimesini.

"Kendine iyi bak, çünkü âlemin özüsün sen!"

Bana kalırsa siz de fısıldayın bu beyti sevdiklerinizin kulağına.
Hatırlatın unuttuğunuz şeyleri birbirinize.
Şükrü, duayı, sevgiyi ve daha göremediğimiz sayısız güzellikleri...
Ne bileyim, hatırlatın işte.
Sonra, kırmayın kimseyi mesela.
İncitmeyin hiçbir yüreği.
İncinseniz de, incitmeyin.
Ölümü hatırlayın!
Hani o ağızların tadını kaçıran ölümü.
Bırakın kibri, düşmanlığı, hasedi...
İnsan olduğunuzu hatırlayın.
Rabbinizi hatırlayın.
Kaldırın başınızı, etrafınıza şöyle bir bakın.
Hayat size ders vermeye çalışmadan, siz hayattan dersinizi alın.
Sımsıkı sarılın sevdiklerinize.
Kendinize iyi bakın.
Ve âlemin özü olduğunuzu unutmayın.
     
MELİKE SOSLU

30 Kasım 2019 Cumartesi

ESKİ,ÇOK ESKİ


İnsan diyorum, neden eskilere gitmek ister ki? Yahut bir kuş olup mavinin derinliklerinde süzülüvermek...

Eski, çok eski... 

Yolda küçüğün, büyüğün önünden yürüyemediği, bayramlarda çocukların "arife çiçeği" diye sevildiği, Ramazan aylarında zimem defterlerinden seçilen birkaç kalb-i mahzunun sevindirildiği günler kadar eski.

Tozlu raflar arasında kaybolmuş füsunkâr birkaç eser karıştırıyorum:
İnsanlar 'ayn-ür rızâ' ile bakarmışlar birbirlerine; 
kusur görmeden, muhabbet ile bakan gözler. 
Kalp Allah'ın evi olduğundan insanlar kelimelerini özenle seçerlermiş konuşurlarken. İncitmemek, incinmemek için. 
En güzel ibadet gönül kazanmak olduğundan, kendisi için çırpınan insanların kanatlarını kırmazlarmış. 
Güzel severlermiş; yâri de, yâreni de...
Ayrılık gelip çatınca da lambada titreyen alevi dahi üşütürlermiş.

Cümlelerin sonunda 'mış-miş' kullanmaktan yoruldum. 
Ve ben yanı başımda duran plağı çevirip, bir Neşet Ertaş türküsünde kaybolurken, sizi de birkaç soruyla baş başa bırakıyorum :
Sahi güzel olan her şey neden bu kadar çabuk karışır tozlu raflar arasına?
Pencerelerdeki çiçekleri ne vakit soldurdular mesela? 
İnsanlarla konuşan o sarı ve kırmızı çiçekleri...
Ya da tokmaklar ne vakit kaldırıldı kapılardan?
Şimdi 63 yaşını aşmış bir ihtiyara rastlasam, yaşını sorduğumda, Efendimiz 63 yaşında vefat ettiğinden, "haddi aştık" diye cevaplar mı sorumu acaba?

Riya ve gösterişten kaçınan zenginler var mıdır hâlâ, sadaka taşlarını ansamimikalp dolduracak..? Yahut o taşlardan yalnızca ihtiyacı kadarını alacak ef'ide-i hâliseler..? 
Yok mu bu suallerime bir cevab-ı müskit?
Yok mu her dem "her şeyi öldürüyorlar" diye umutsuzca mırıldanan yüreğimi teselli edebilecek, göğsüme çiçek niyetine eskinin nahifliklerinden iliştiriverecek bir dil-küşâ? 

MELİKE SOSLU

29 Kasım 2019 Cuma

AKSÂ'DA ÇOCUK OLMAK


Ah, Aksâ'da çocuk olacaksın. O güzel sokakları okul çantanla gezecek; tüm azmin, cesaretin ve sevincinle okuluna varacaksın.
Korku salacaksın o küçücük bedeninle kararmış kalplere. 
Okuldan çıkacak, Kubbetüssahra'
ya varacaksın. 
Tüm samimiyetinle secdeye gidecek, kıyama duracaksın.

Aksâ'da Ebrâr olacaksın!
Ebrâr ;Bütün iyi hasletleri kendisinde toplayan... 
Bir an olsun evinde durmayacak, Aksâ'nın küçük muhafızı olacaksın. Bütün Türkleri selamlayacak, evinde misafir edeceksin.
Ve ellerini tutup, sıkıca sarıldığın o Türklere bütün samimiyetin ve sevginle "yine gelin" diyeceksin. Yine gelin... 
Tüm cesaretinle koşacaksın Beytü’l Makdis sokaklarında; taşları inletircesine koşacaksın. Sonra öyle bir güleceksin ki; bütün kini, düşmanlığı yerle bir edeceksin.

Ya da belki El-Halîl'de çocuk olacaksın.
Çok yakın olmana ve en önemlisi senin topraklarında olmasına rağmen giremeyeceksin Peygamberlerin namaz kıldırdığı o kutlu mescide.
Hasretin öyle büyük olacak ki; çantanda, cüzdanında bile Kubbetüssahra'nın fotoğrafını taşıyacaksın. "Sizi neden içeriye almıyorlar?" diye soranlaraysa, hüzün ve hasret dolu gözlerle kimliğindeki "Filistin" yazısını göstereceksin.

Ama sen çocuk; sen, demir kapılar ardında tutsak olsan da, kocaman kalbinle, bulduğun en yüksek tepeden Aksâ'nı seyredeceksin.
Seyretmelere doyamayacak, kocaman yüreğinden minicik avuçlarına boşalan dualarla özgürlük isteyeceksin. 
Bazen dayanamayacaksın ve yine buğulanacak gözlerin...
Amma bir topa bütün öfkeni kusarmışçasına tüm kuvvetinle vuruverdiğin ân,  sesin yine yükselecek:
"El-ardu Lena Ve'l Kudsü Lena / Yeryüzü bizim, Kudüs bizimdir." 

MELİKE SOSLU

MEHMET ÂKİF'E MEKTUP

  Erzurum,20.12.2023   Pek Muhterem Milli Şairimiz, Her ne kadar yıllardır sizin şiirlerinizle hemhâl olup, âdeta sizinle konuşuyormuş...