Çağımızın kanayan yarası: Olduğundan çok daha farklı görünmek…
Sahi, sahte bir kimliğe bürünüp, o kimliği insanlara sevdirmekle
nasıl mutlu olurdu bir kalp ? Bu sorunun cevabını bir türlü bulamıyordum. Öyle
ya, insan, kendinin bile tanımadığı, muhataplarına göre şekillenip bambaşka karakterlere
bürünen bir kişiliği nasıl ‘ben’ diye tanıtırdı başkalarına? Hadi tanıttı
diyelim, nasıl mutlu olurdu o sahte kimliğin sevilmesi ile… Neticede sevilen kendi
öz benliği değildi.
Derken Haşr Suresinden bir ayet sorumun cevabını vermişti
bana:
‘’Şu münafıklık edenleri görüyor musun? Şu bir gerçek ki,
yüreklerinde size karşı duydukları korku Allah’a karşı duyduklarından daha
şiddetlidir. Çünkü onlar anlayışı kıt bir topluluktur!’’
Tabii ya, onlar derin bir Allah korkusu taşıdıkları izlenimi
verip, halbuki gerçekte insanlardan korkmaktaydılar. İnsanların söyledikleri,
onlardan alınan övgüler mutlu ediyordu bu tür şahsiyetleri.
Ve fakat sormak istiyordum ben onlara:
‘’Büründüğünüz maskeyi bin değil, milyonlar beğense, övse; saklamaya
çalıştığınız, kaçtığınız ve hatta nefret ettiğiniz asıl benliğiniz gerçekten usulca
arkasını dönüp gider mi sizden? Yahut sizi sizden iyi bilen Rabbinizden de
huzur-u mahşerde saklanabileceğinizi mi zannediyorsunuz hakikaten?’’
Hayır,asla… Siz kaçmaya ve herkesten saklamaya çalıştığınız
o kötü insansınız. Ve siz de biliyorsunuz aslında, asıl benliğiniz sizin de
kaçıp ört pas etmeye çalıştığınız kadar tiksindirici…
Öyle olmasa, Resulullah’ın arş-ı alâyı titrettiğini söylediği
bir günahı işler miydiniz?
Öyle olmasa, kendi uydurduğunuz yalanlara kendiniz de inanır
mıydınız ? Yahut konuştuğunuz her sözün ardından yemine ihtiyaç duyar mıydınız?
Düşündükçe sıraladığım her şeyi yüce Allah Münâfikûn Suresi’nde
sıralıyordu aslında. Bilhassa münâfıkların
özellikleriydi bunlar çünkü.
‘’…Münafıklar (inandık derken) kesinlikle yalan
söylemektedirler.’’
‘’ Onlar yeminlerini kalkan edinip Allah yolundan yan
çizmişlerdir. Onların yaptıkları ne kadar çirkin!’’
‘’ Şöyle ki, onlar sözde inandılar ama gerçekte inkâr
ettiler; bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir; artık anlayıp kavrayamazlar.’’
‘’ Onlara şöyle bir baktığında dış görünüşleri sana iyi bir
izlenim verir; konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Ama onlar sanki bir yere
dayanmış kütükler gibidir (böyle güvendeymiş gibi görünürler). Her gürültüyü
kendilerine yönelik sanırlar. Asıl düşman onlardır, onlardan korun! Allah
kahretsin onları! Nasıl da haktan yüz çeviriyorlar!’’ (Münâfikûn 1-4)
Yüce Allah’ın ‘asıl düşman’ diye nitelendirdiği bu kişiler,
dış görünüşlerinden ötürü Müslüman kişiliklere güzel izlenim verip, onları
aldatırlar. Ve sonra işleri görülünce arkalarına bile bakmadan koşa koşa bir başkasına
giderler.
Ağızlarında yine Allah’ın kelamı… Bakışlar korkulu, tedirgin;
‘’her gürültüyü kendilerine yönelik sanırlar.’’ Amma kalpler mühürlü ya, o
gürültüyü bir şekilde bastırırlar yine.
Bastırdıkça bastırırlar… Girdikleri şeytani kılıkla Müslümanların
evlerine ateş gibi düşmeye, ah almaya devam ederler. Ve fakat bilmezler, onlar
aslında kendi ebedi ateşlerini hazırlarlar.
Bize de düşen ayette buyrulan o cümleye sığınmak olur: ‘’Allah
kahretsin onları!’’