11 Aralık 2022 Pazar

İŞİT VE KALK

Çivisi çıktı dünyanın. Bu ahir zamanda yüreğini, vicdanını ve insanlığını koruyabilmiş olanlar can çekişiyor. Sağır kulaklara, kör olmuş gözlere ve kararmış kalplere hayret ederek, can çekişiyor.

Kimse güvenemiyor kimseye. Peygamberimizin, dilinden ve elinden Müslümanların güvende olduğu kişiler olarak tanımladığı din kardeşlerimizin sayısı yok denecek kadar azaldı.

Bir fırtına ki, alıp götürüyor insanlığımızla beraber bütün değerlerimizi.

Bu fırtınaya kapılmamak için direnenler avazı çıktığı kadar bağırsa da, duyulmuyor sesleri.

Bağırıyorum, duyulmuyor sesim. Ağaca anlatıyorum, yapraklarını döküyor. Kaldırıp başımı semaya anlatıyorum, gürlüyor gök. Taşlar, sular ve toprak anlıyor; insan anlamıyor.

Çünkü değişmiş değerler. Bayağılaşmış, basitleşmiş, normalleşmiş. ‘Sen de alışacaksın’ diyorlar bana, beni biraz olsun anladığını düşündüklerim bile. ‘Sen de alışacaksın bu kötülüklerin normalleştiğine…’

‘Tamam’ diyorum, susuyorum çaresiz…Ama sonra yine düşünceler içinde kayboluyorum. Kabullenemiyorum. İşittiğim, gördüğüm ve bizzat tanık olduğum bazı olayları kabullenemiyorum.

Ben işitip namaza koştuğum ezanı hangi müezzin, hangi pislikleri yaptıktan sonra, nasıl okuyor diye düşünmek istemiyorum. Ben arkasında namaz kıldığım imam, acaba kaç can yakmış, nerelere ateş olmuş, kime zulmetmiş de gelip utanmadan Allah’ın huzuruna, cemaatin önüne geçmiş de bu peygamber mesleğini böylesine iğrenç bir vaziyette icra ediyor diye düşünmek istemiyorum. Ben profiline ‘’ne kimse senden incinsin, ne sen kimseden incin’’ yazıp, kendini tasavvuf ehli sanan, zikir ehli sanan annem yaşındaki hemcinslerimin şeytani fikirlerine ve ağızlarına aldıkları sözlere rağmen bu gösteriş budalalığı ile insanların gözlerini boyamalarını kabullenemiyorum.

Kabullenemiyorum bir Din Kültürü öğretmeninin kardeşini acımasızca kuyuya atışını. Kuyuya atıp da nefsinin bilmem kaçıncı oyununu kardeşinin hanımı üzerinden oynayışını. En çok da kardeşinin bu kuyuya düşmeye razı oluşunu kabullenemiyorum.  Kabullenemiyorum Allah’ın adı ile edilmiş yeminlerin arkasından çıkan yalanları. Kabullenemiyorum üstü başı kir pas içinde olan bu insanların tertemiz, masum insanlara attıkları çamurları. Kabullenemiyorum bir arkadaşın bir arkadaşın kuyusunu kazıp, Allah’ın adaletini unutarak hayasızca yol alma heyecanını.

Kabullenemiyorum ben, kabullenemiyorum.

Firavunlar kol geziyor, Nemrutlar tur atıyor içimizde… Bir hayasızlık, arsızlık ki; almış başını gidiyor.

Ne yapmalı diye serzenişte bulunuyorum her dem. Gözyaşlarım rahmet olup arındırır mı kalbimi bu insanlardan bulaşan kirlerden..? Nasıl kıyama kalkar dermanı kalmamış ayaklarım, bunca depremin, sarsıntının altında kalmış inançların ardından…? Şehrime çöken bu kara ve kirli toz bulutları altında nasıl nefes alır benliğim…?

Bîçâreyim, dermansızım, öfkeliyim. Yok sığınacak kimsem Rabbimden başka. Amma bu ne güzel varlık bir bilinse… Bir bilinse, bir hatırlansa, bir idrak edilebilse şu sonlu hayatın ardında, şahidi ve hâkimi Allah olan bir de sonsuz hayatın bizi beklediği… O vakit ‘umar mıydın’ diye için için kalbime sorular soran aklım gibi gülümserdi akıllar acılar içinde kalsa ve çıldıracak gibi olsa da.

O halde işit, bu satırları sadrına işlemek isteyen… İşit, aynı dertlerle yanan bîçâre dindâş…

Ve işit ey gâfil, işit. İşitelim bakalım ne diyor asırlar evvelinden dahi aynı derde düçar olmuş istiklal şairimiz:

‘’İşit: on dört asırlık bir cihânın inhidâmından,

Kopan ra'din, ufuklar inliyor, hâlâ devâmından!

Civârın, manzarın, cevvin, muhîtin, her yerin mâtem;

Kulak ver: Çarpıyor bir mâtemin kalbinde bin âlem!

Ne hüsrandır ki: doldursun bugün tevhîdin enkâzı,

O, hâkinden nebîler fışkıran, iklîm-i feyyâzı!

Gezerken tavr-ı istîla alıp meydanda bin münker,

Şu milyonlarca îman "nehye kalkışsam" demez, ürker!

Ömürlerdir bir alçak zulme miskin inkıyâdından,

Silinmiş emr-i bil'ma'rûfun artık ismi yâdından.

Hayâ sıyrılmış, inmiş: Öyle yüzsüzlük ki her yerde..

Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde!

Vefâ yok, ahde hürmet hiç, emânet lâfz-ı bî-medlûl;

Yalan râic, hıyânet mültezem her yerde, hak meçhûl.

Yürekler merhametsiz, duygular süflî, emeller hâr;

Nazarlardan taşan manâ ibâdullâhı istihkâr.

Beyinler ürperir, yâ Rab, ne korkunç inkılâb olmuş:

Ne din kalmış, ne îman, din harâp, îman türâb olmuş!

Mefâhir kaynasın gitsin de, vicdanlar kesilsin lâl..

Bu izmihlâl-i ahlâki yürürken, durmaz istiklâl!

Sen ey bîçâre dindaş, sanki, bizden hayr ümîd ettin;

Nihâyet, ye'se düştün, ağladın, ağlattın, inlettin.

Samîmî yaşlarından coştu rûhum, hercümerc oldu;

Fakat, mâtem halâs etmez cehennemler saran yurdu.

Cemâat intibâh ister, uyanmaz gizli yaşlarla!

Çalışmak!.. Başka yol yok, hem nasıl? Canlarla, başlarla.

Alınlar terlesin, derhal iner mev'ûd olan rahmet,

Nasıl hâsir kalır "tevfıki hakkettim" diyen millet?

İlâhî! Bir müeyyed, bir kerim el yok mu, tutsun da,

Çıkarsın Şark'ı zulmetten, götürsün fecr-i maksûda?’’

İşittinse kalk kardeşim, kalkalım. Bir el olalım da tutup çıkaralım insanlığı, dinimizi, minarelerimizi, şehirlerimizi zulmetten. Allah için kalkın, kalkalım.

Şahit olduğumuz iğrenç olaylar, her gün duyduğumuz iğrenç haberler içinde kaybolmayalım. Öyle bir kalkalım ki, bizi yolumuzdan edemeyen münafıklar Allah’ın adaleti ile ‘yolum’ dedikleri yolda sürünürken; biz her yere ‘hak yol İslam!’ yazmış olmanın verdiği gururla ve galibiyetle varalım huzur-u rahmana. İslam nedir, Müslüman nasıl olur gösterelim Müslüman maskesi takmışlara...

Kalkın, fetih bekleyen bir Kudüs için evvela arınmalı kirlerden. Canla, başla, Allah’a teslimiyetle kalkalım. Civârımızı, manzaramızı, muhitimizi görelim; artık ezilsin başları bu münafıkların.

İndirelim taptıkları makamlardan onları. Bir avuç da olsak, kalkalım. Allah için kalkın, kalkalım.


MELİKE SOSLU

 

15 Ekim 2022 Cumartesi

NAMAZ

 

 

İslam’ın beş şartından biri olan namaz… İslam’ın şartı, Allah ve Rasulü’nün emri, Müslüman olmanın gerekliliğidir namaz. Bu yüzdendir ki, insana ‘karnın acıkınca yemek yiyor musun?’ ya da ‘uykun gelince uyuyor musun?’ diye sormak ne kadar saçma ise, Müslüman olana da ‘namaz kılıyor musun?’ diye sormak aynı şekilde saçmadır aslında. Fakat günümüz Müslümanları için maalesef bu soruyu sormak durumunda kalıyoruz. Etrafımızda namaz kılan insan sayısı git gide azalıyor. Namaz kılmayan bir Müslümana (!) bunun sebebini sorduğumuzda aldığımız yanıtlar da oldukça ironik: ‘’Benim kalbim temiz!’’ ‘’Namaz kılanların her türlü kötülüğü yaptığına şahit oluyoruz. Öyle kılacağıma hiç kılmam daha iyi! Beni namazdan soğuttular!’’

Peki ama bu gibi bahanelerin arkasına saklananlar, kalplerin özünü yalnızca Allah’ın bilebileceğinibilmezler mi? Ya da herkesin günahının da sevabının da kendine olacağı2 bilmezler mi?

Bu soruların yanıtını düşünürken, Efendimiz’in bir niyazı geldi aklıma… O, kavminden bazıları için Allah’tan bağışlanma dilerken ‘’onlar bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı’’ buyurmuştu.3

Evet çoğu Müslüman, maalesef hayat kitabımız, rehberimiz Kur’an’ın ve Habîbullah’ın emirlerinden de habersiz.  

Bilmiyorlar…

Eğer “Bizimle onlar (münafıklıklar) arasındaki ayırıcı temel unsur namazdır. Namazı terk eden kimse küfre düşer.” 4 hadisini bilselerdi, dünyalık işleri arasında ezanı dahi işitmeyip, namazı terk ederler miydi?

“Onları (Müslümanları) yönelmekte oldukları kıbleden çeviren nedir?” 5 ayetini bilselerdi, arkasına saklandıkları bahanelerden utanmazlar mıydı?

"Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli onun namazıdır. Eğer namazı düzgün olursa, işi iyi gider ve kazançlı çıkar. Namazı düzgün olmazsa, kaybeder ve zararlı çıkar.’’ 6 hadisini bilselerdi, bile bile zarara yürüyenlerden olurlar mıydı?

Namaz ki; mü'min'in miracı, gözümüzün nuru, gönlümüzün ilacı...Kalır mı hiç onu dosdoğru kılanın yüreğinde acı ? Rahmân olan kitabında sabır ile beraber anarak7 onu bize kılmamış mı bir yardımcı?

Nasıl gafil olur 'Rabbim  Allah' diyen, Allah ile en yakın olabileceği ân olan secdeden?

Yankılanırken dört bir yanda her gün beş vakit ezan-ı Muhammediyye... Nasıl duymaz olur kulaklar ''haydi kurtuluşa, haydi felaha...''nidalarını...

Efendimiz (s.a.v) havz-ı kevser başında abdest azalarından tanıyacak iken ümmetini; kışın zemherisinde dahi nasıl zor gelir ümmetine abdest almak... 

Namaz, bir bilinçtir, şuurdur, duruştur. Aşk ve şevktir, huşûdur. Tıpkı Ensâr'dan Abbâd b. Bişr'in bir müşrik tarafından oklarla yaralanmasına rağmen ''sûreyi yarıda bırakıp namazı kesmektense ölmeyi tercîh ederdim''8 deyişi gibi...

‘’Namaz psikiyatrik bir tedavidir. Çünkü namaz kılan, kendini yalnız hissetmez. O, en büyük güce bağlıdır. O gücün inâyeti içindedir. Namazı huşû içinde kılan bir toplumda psikiyatrik hastalık olmaz.’’9

Namaz; acılar, sıkıntılar, dertler, kederler etrafınızı sardığında ve yüreğiniz patlayacak gibi olduğunda, kimseye hiçbir şey anlatamadığınızda, kimse sizi anlamadığında öylece susup ağlasanız dahi sizi rahatlatan, anlaşıldığınızı hissettiğiniz, her şeyi bilene, el-Âlim olana teslim olduğunuz yerdir.

Namaz, sabırdır. Her rekatta din gününün, hesap gününün tek hâkimi olana sığınmanın verdiği ferahlıktır.

Namaz; bir tekbir ile dünyayı ve dışarıda olan her şeyi elinin tersi ile itmek; huşû ile dünyanın sahibinin huzurunda el bağlamaktır.

Namaz bir şükürdür. Alıp verdiğimiz nefese, yiyip içtiklerimize, kâinata ve daha sayamayacağımız bir çok nimete şükür… Âlemlerin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı, gül kokulu Peygamberimiz bile bu şükrü eda edebilmek için mübarek ayakları şişene kadar namaz kılıyordu10 da; ümmeti neden günde toplam bir saat bile sürmeyen vakit namazlarını dahi kılmaktan aciz oluyor?

Kalkın ey Müslümanlar! Neyin telaşında iseniz bırakın onu ezan okunduğu vakit. Yaptığınız her işin, sahip olduğunuz her konumun Allah'a ait olduğunu ve O'ndan değerli hiçbir şeyin olmadığını hatırlayın! Şu üç günlük dünyada ne ise gönül bağladığınız O'ndan gayrı, bırakın onu bir kenara; sakın ha Rabbinizden çok hiçbir şeye vakit ayırmayın! Zira Allah, sizi gönül bağladıklarınızla imtihan eder.11

Vaktinizi vakti verene verin! Her şey emanet... Can da, canân da; ana da, vatan da; evlat da, mal da...

Hepsini ardınızda bırakacak ve Allah'a döndürüleceksiniz. Yanınızda götürebileceğiniz tek şey amelleriniz olacak. Bu amellerin en başında namaz olduğunu hatırlayın!

Kalkın, sımsıkı sarılın namaza ve bir daha hiçbir şey sizi ondan bir vakit dahi ayıramasın!

Kalkın, dem bu demdir!

 



MELİKE SOSLU

 

1.Fâtır Suresi 38. Ayet

2.Fâtır Suresi 18. Ayet

3.Buhârî,Enbiyâ 54

4.Tirmizî, Îmân 9

5. Bakara Suresi 142. Ayet

6.Tirmizî, Mevâkît 188

7.Bakara Suresi 153. Ayet

8. Ebû Dâvûd, Tahâret, 78/198

9.Cemil Meriç

10. Buhari, Teheccüd, 6

11. Enfal, 8/28


18 Ağustos 2022 Perşembe

KİMLİK KARMAŞASI


Çağımızın kanayan yarası: Olduğundan çok daha farklı görünmek…

Sahi, sahte bir kimliğe bürünüp, o kimliği insanlara sevdirmekle nasıl mutlu olurdu bir kalp ? Bu sorunun cevabını bir türlü bulamıyordum. Öyle ya, insan, kendinin bile tanımadığı, muhataplarına göre şekillenip bambaşka karakterlere bürünen bir kişiliği nasıl ‘ben’ diye tanıtırdı başkalarına? Hadi tanıttı diyelim, nasıl mutlu olurdu o sahte kimliğin sevilmesi ile… Neticede sevilen kendi öz benliği değildi.

Derken Haşr Suresinden bir ayet sorumun cevabını vermişti bana:

‘’Şu münafıklık edenleri görüyor musun? Şu bir gerçek ki, yüreklerinde size karşı duydukları korku Allah’a karşı duyduklarından daha şiddetlidir. Çünkü onlar anlayışı kıt bir topluluktur!’’

Tabii ya, onlar derin bir Allah korkusu taşıdıkları izlenimi verip, halbuki gerçekte insanlardan korkmaktaydılar. İnsanların söyledikleri, onlardan alınan övgüler mutlu ediyordu bu tür şahsiyetleri.

Ve fakat sormak istiyordum ben onlara:

‘’Büründüğünüz maskeyi bin değil, milyonlar beğense, övse; saklamaya çalıştığınız, kaçtığınız ve hatta nefret ettiğiniz asıl benliğiniz gerçekten usulca arkasını dönüp gider mi sizden? Yahut sizi sizden iyi bilen Rabbinizden de huzur-u mahşerde saklanabileceğinizi mi zannediyorsunuz hakikaten?’’

Hayır,asla… Siz kaçmaya ve herkesten saklamaya çalıştığınız o kötü insansınız. Ve siz de biliyorsunuz aslında, asıl benliğiniz sizin de kaçıp ört pas etmeye çalıştığınız kadar tiksindirici…

Öyle olmasa, Resulullah’ın arş-ı alâyı titrettiğini söylediği bir günahı işler miydiniz?

Öyle olmasa, kendi uydurduğunuz yalanlara kendiniz de inanır mıydınız ? Yahut konuştuğunuz her sözün ardından yemine ihtiyaç duyar mıydınız?

Düşündükçe sıraladığım her şeyi yüce Allah Münâfikûn Suresi’nde sıralıyordu aslında. Bilhassa  münâfıkların özellikleriydi bunlar çünkü.

‘’…Münafıklar (inandık derken) kesinlikle yalan söylemektedirler.’’

‘’ Onlar yeminlerini kalkan edinip Allah yolundan yan çizmişlerdir. Onların yaptıkları ne kadar çirkin!’’

‘’ Şöyle ki, onlar sözde inandılar ama gerçekte inkâr ettiler; bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir; artık anlayıp kavrayamazlar.’’

‘’ Onlara şöyle bir baktığında dış görünüşleri sana iyi bir izlenim verir; konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Ama onlar sanki bir yere dayanmış kütükler gibidir (böyle güvendeymiş gibi görünürler). Her gürültüyü kendilerine yönelik sanırlar. Asıl düşman onlardır, onlardan korun! Allah kahretsin onları! Nasıl da haktan yüz çeviriyorlar!’’ (Münâfikûn 1-4)

Yüce Allah’ın ‘asıl düşman’ diye nitelendirdiği bu kişiler, dış görünüşlerinden ötürü Müslüman kişiliklere güzel izlenim verip, onları aldatırlar. Ve sonra işleri görülünce arkalarına bile bakmadan koşa koşa bir başkasına giderler.

Ağızlarında yine Allah’ın kelamı… Bakışlar korkulu, tedirgin; ‘’her gürültüyü kendilerine yönelik sanırlar.’’ Amma kalpler mühürlü ya, o gürültüyü bir şekilde bastırırlar yine.

Bastırdıkça bastırırlar… Girdikleri şeytani kılıkla Müslümanların evlerine ateş gibi düşmeye, ah almaya devam ederler. Ve fakat bilmezler, onlar aslında kendi ebedi ateşlerini hazırlarlar.

Bize de düşen ayette buyrulan o cümleye sığınmak olur: ‘’Allah kahretsin onları!’’

 

MELİKE SOSLU

 

14 Ağustos 2022 Pazar

BİZ KİMİZ?

 



Her geçen gün öfkem artıyor bu dünyaya. Ahir zaman diyorlar, herkes yapıyor diyorlar, o kadar kötü varken biz mi yanacağız deyip kendi günahlarına kılıf buluyorlar, kalbim temiz diyorlar…  Ne yana dönsem buna benzer sözler tırmalıyor kulaklarımı. Bir kafesin içinde bocalıyorum sanki kendi kendime. ‘’İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse, öbürüne sağır…’’ diyor ya hani şair.

Evet bambaşka dünyalar var tek bir insanın içinde…Bambaşka insanlar, bambaşka maskeler, bambaşka kimlikler…

Profiller görüyorum biyografisinde ayetler,hadisler,hakikati haykıran sözler… Profiller görüyorum takma adı profesör, doçent, hafız, hoca olan…

Ve bir profilden içeriye giriyorum, her gün Allahuekber nidasıyla yankılanan… Öyle ya şüphe duymamalı mümin müminin elinden ve dilinden. İşte bir zerre dahi şüphe duymaksızın giriyorum içeriye o profilden. Öyle bir Müslümanlıkla karşılaşıyorum ki, varsa da ufacık bir şüphem, korkum gidiyor. Gidiyor çünkü, Allah’ın kelamını yüreğinde muhafaza edene güvenemezse, kime güvenir ki insan başka? Ama sonra o Müslümanlık beni öyle bir sarsıyor ki… O Müslümanlıklar beni öyle bir sarsıyor ki… ‘’Allah’ım’’ diyorum, ‘’merhametimi, inancımı, insanlığımı kaybetmeden beni yanına al.’’

Sahi, bizim Müslümanlığımız kime ve neye?

Kimin kuluyuz biz? Ne için yaşıyoruz?

Neden sosyal medyada başka, ailemizin yanında başka, arkadaşlarımıza başkayız?

Neden vicdanımız yaptığımız her şeyi bildiği halde, Rabbimiz her şeyi bildiği halde, hakikati gizlemeye çalışıyoruz birilerinden?

Neden bir yandan çiçekler saçarken etrafa, öte yandan açmış çiçekleri bile öldürüyoruz acımasızca?

İmam hatip öğrencilerinin, imam hatip öğretmenlerinin, İlahiyat fakültelerinin, İlahiyat akademisyenlerinin, İlahiyat talebelerinin, din görevlilerinin, derneklerin, vakıfların, cemaatlerin, STKların etrafımızı kuşattığı şu çağda İslam’ı neden hayatımıza hakim kılamıyoruz?

Aklımda bunun gibi cevaplayamadığım yüzbinlerce soru var.

Ve tüm bu soruların tek bir cevabı: ‘’Biz okuyoruz. Ama Rabbimizin adıyla değil!’’

Evet biz Rabbimizin ilk emri dahil, hiçbir emrini hakiki manasıyla anlamadık, anlayamıyoruz ya da anlamak istemiyoruz.

Biz inandığımız gibi yaşayamadığımızdan yaşadığımız gibi inanmaya çalışıyoruz.

Bir Kur’an mealini elimize alıp indeksini incelesek, hiçbir zahmete katlanmadan alfabetik olarak her derdimize deva, her sorunumuza çözüm bulacağız aslında… Ama yok, bu bir psikiyatristten randevu almaktan daha zor olsa gerek.

Biz önce kendi nefis muhasebemizi yaptık mı peki?

‘’Bu iç sıkıntımın sebebi ne?’’ dedik mi ?

Kardeşim...

Profiline‘’ne kimse senden incinsin, ne sen kimseden incin’’ diye yazdın belki ama gece başını yastığa koyduğunda sordun mu kendine ‘’bugün ben ne yaptım, hangi gönüle dokundum, hangi gönülü incittim’’ diye?

Bir söz gördün ‘’vay be!’’ deyip kopyalayıp yapıştırdın hemen… ‘’İslam’ı öyle güzel yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin’’ diye.

İyi ama, hiç dedin mi kendine ‘’benim dışarıdaki sıfatım ne, konumum ne ama ben ne yapıyorum?’’ diye. Kardeşim sen seni öldürmeye geleni diriltmedin, sende dirilmeye geleni de öldürdün farkında mısın?

Kutsalımıza, Kabeye hakaretler ediyor birkaç zihniyetsiz… Sen de yine gündeme uyup bir söz paylaşıyorsun ‘’kalpler taş kesilmesin diye taşın kalp kesildiği yerdir Kabe’’ diye. Ama sordun mu kendine, Kur’an ayetleri bile benim kalbimi yumuşatamamışken, bu sözü buraya yazmak gerçekten yumuşattı mı kalbimi diye.

Bunları kime, niçin yazıyorsun sahi?

İşte senin sıkıntın burada.

Ve sen sıkıntılarını başka insanlarda, başka yerlerde arıyorsun.

Onlar da ilaç verip uyutuyorlar seni. Kaçtığın hakikatlerden kaçırmak istiyorlar seni iyice.

Ama farkında değilsin.

Farkında değiliz.

Bize her şeyden evvel insanlık dersi gerekli. Yoksa olmaya çalışan Müslümanlıkları da öldürüyoruz gösteriş Müslümanlığımızla.

Hani bir hikaye anlatılır ya… Kanadı derviş tarafından kırılan kuşa Hz.Süleyman ‘’neden kaçmadın?’’ diye sorar. ‘’Dervişlik hırkasını giymişti,zarar vermez diye kaçmadım’’der kuş.

Hz.Süleyman, kısas ile dervişin kolunun kırılmasına karar verir. Kuş itiraz eder: ‘’Kolunu kırmayın,hırkasını çıkartın, onunla kandırıyor’’ diye.

Eğer dervişlik hırkasını giymişseniz, olmaya çalışan bir Müslüman’ı hiçbir kötülüğünüz kaçıramaz. Aksine kanadı kırılsa da, yanınızda olmaya, sizi iyileştirmeye çalışır. Israr eder o hırkanın içinde hırkaya yakışır bir insan görmekte.

Ama bu o insanın size değil, hırkaya olan hürmetindendir. Ve o insan hırkanın içindeki gerçek kimliği görünce, bu dünyada kısasa kısas istemez… Çünkü canını yakan o kimlik değil, o hırkanın kullanılmasıdır. Ve bu dünya fanidir.

Bundan sonra istediği de, o hırkanın kendisinden başkasına zarar vermemesidir.

Kısası yapacak olan Allah'tır ve ahiret hayatı da bakidir.


MELİKE SOSLU 



MEHMET ÂKİF'E MEKTUP

  Erzurum,20.12.2023   Pek Muhterem Milli Şairimiz, Her ne kadar yıllardır sizin şiirlerinizle hemhâl olup, âdeta sizinle konuşuyormuş...